Yeşil Maske, Gri Politika: Türkiye’nin İklim Kanunu Teklifi
“Ko au te Awa, ko te Awa ko au.”
“Ben Nehrim ve Nehir de benim.”
Yeni Zelanda Hükümeti, 2017 yılında dünya üzerinde benzeri görülmemiş bir hukuki düzenlemeye imza atarak bir nehrin tüzel kişiliği olduğuna karar verdi. İlgili düzenlemeye konu nehir olan Whanganui Nehri, bölgenin yerel halkı olan Māorililerin mücadeleleri sonucu bu hukuki statüye kavuştu. Kararın ardında yatan en güçlü sebebin Māorililer ile nehir arasındaki atadan gelen bağ olduğu ifade edildi. Bilindiği üzere Māorililer, nehrin sömürgeci amaçlar doğrultusunda kullanılmasına şiddetle karşı çıktılar. Nitekim verdikleri haklı mücadele sonuç verdi ve mahkeme tarafından tüm dünyaya emsal teşkil edecek bir karar verildi.
Günümüzden sekiz yıl önce dünyanın öbür ucundaki ülkede nehire tüzel kişilik verilmişken şu günlerde Türkiye’de iklim kanunu teklifi tartışılıyor. İlgili kanun teklifinin giriş kısmında yer alan genel gerekçesinde kanun teklifi ile; Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadelesini yasal zemine oturtarak 2053 net sıfır emisyon hedefi doğrultusunda sera gazı emisyonlarının azaltılması, yeşil dönüşümün sağlanması, iklim değişikliğine uyum kapasitesinin artırılması, yenilenebilir enerji, sıfır atık, döngüsel ekonomi, ekosistemlerin korunması, emisyon ticaret sistemi ve sınırda karbon düzenlemesi gibi alanlarda düzenlemeler yapılması, iklim finansmanı ve eğitim yoluyla toplumsal farkındalık yaratmanın hedeflendiği ifade edilmekte. Kanun teklifi halkın büyük bir kısmı tarafından tepkiyle karşılansa da bakanlık tarafından yapılan açıklamada kanun teklifinin çevreyi koruma önceliklendirilerek hayata geçirmek istendiği ifade edildi. İlgili kanun teklifini eleştirenler, kanun teklifinin çevreyi koruma kisvesi altında yeni bir piyasa yaratılarak birilerinin zengin edilmesini amaçladığını ifade etmekte.
Meclise sunulan yirmi maddelik kanun teklifini incelemek gerekirse teklifin ilk sekiz maddesinin ağırlıklı olarak soyut kavramlardan oluştuğu görülmekte. Böylesi soyut kavramlarla bezeli cümleler, yoruma açık olmakla birlikte isteyen tarafından istendiği şekilde yorumlanmaya açık hale gelmekle birlikte hukuki güvenliği ihlal edebilecek niteliğe bürünmekte. Teklifin dokuz ve on altıncı maddeleri arasındaki kısımda ise karbon fiyatlandırması ve Emisyon Ticaret Sistemi’ne ilişkin düzenlemeler bulunmakta. On yedi ve yirminci maddelerde ise kanun teklifinin uygulama esası belirtilmekte. Gerek kanun teklifinde gerek ise bakanlık tarafından kanun teklifine ilişkin yapılmış açıklamalarda iklim değişikliği konusundaki sorumluluğun devletten ziyade vatandaşa yüklendiği görülmekte. En fazla tepki çeken hususlardan biri de bu durum olarak gözükmekte. Kanun teklifinde devletin iklim değişikliği konusunda neler yapacağı yüzeysel bir biçimde anlatılmış olmakla birlikte devlet, sorumluluğun büyüğünü halka yüklemekte. Devletin sorumluluğu bakımından kanun teklifinin ilk maddesinde “net sıfır emisyon hedefi” ve “sera gazı emisyonlarının azaltılması” hedefleri geçiyor olsa da bu hedeflerin gerçekleştirilmesi adına net bir tarih belirlenmemiş olması endişe verici olup belirsizliğe yol açmakta.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararına göre, Paris İklim Anlaşması’na taraf olan devletleri bağlayan belirli kriterler bulunmakta. Karara göre iklim krizi bir insan hakları sorunu olmakla birlikte Paris Anlaşması’nı imzalayan devletler emisyonlarını azaltmalı ve en geç otuz yıl içinde net sıfır hedefine ulaşmalı. Türkiye bu sözleşmeye imzacı olması sebebiyle anlaşmadaki şartları sağlamakla mükellef. AİHM’in ilgili kararının beş yüz ellinci paragrafında belirtilen beş kriter, Paris Anlaşması’nda belirlenmiş hedeflerden doğan sorumluluğu yerine getirmek üzere devletlerin yapması gerekenleri açıklıyor.
Kriterler şu şekilde:
- Net sıfır karbona ulaşmayı hedefleyen bir zaman çizelgesinin ayrıntılarını belirten genel önlemler kabul etmesi,
- Net sıfır hedefine giden yolda ara sera gazı azaltım hedefleri ve yol haritaları belirlemesi,
- Bu hedeflere zamanında ulaşıldığını veya ulaşılacağını gösteren kanıtlar sunması,
- Ortaya çıkan yeni veriler doğrultusunda söz konusu sera gazı azaltım hedeflerini gerektiği gibi güncellemesi,
- İlgili düzenlemeleri yapması ve önlemleri alması ve uygularken zamanında, uygun ve tutarlı bir şekilde davranması,
Türkiye’de yürürlüğe konmak istenen iklim kanun teklifi, maalesef yukarıdaki kriterlerden hiçbirini karşılamamakta. Bir diğer tepki çeken husus ise kanun teklifinin yıllarca kapalı kapılar ardında hazırlanması ve kanun teklifinin hazırlık sürecine hiçbir sivil toplum örgütünün dahil edilmemesi.
Kanun teklifinin dokuzuncu maddesi itibariyle bahse konu olan emisyon ticaret sistemiyle (ETS) ilgili göze çarpan temel sorun ise teklif ile karbon ticaret emisyonunun azaltılmasından ziyade sınırları tam olarak belirtilmemiş, yalnızca “ETS kapsamına dahil olan işletmeler” olarak sınıflandırılmış fakat bir işletmenin neye göre bu sınıfa dahil olacağının dahi teklifte belirtilmediği işletmelere yönelik nasıl yasal yolla sera gazı emisyonuna devam edebileceklerinin tarif edilmiş oluşudur. Tüm bunlar ve kanun teklifine yönelik yazılmış yazılar göstermektedir ki bu kanun teklifi iklimi ya da insanı değil şirket çıkarlarını ve ekonomik büyümeyi öncelemektedir.
İklim değişikliği konusunda harekete geçmek adına kaybedecek bir dakikamızın dahi olmadığı aşikârdır. Yapılması gereken, sahici düzenlemeler yapma amacıyla yola koyulmak ve bu yolda tek bir akılla hareket etmemektir. Bu konuları araştırmaya yıllarını vermiş uzmanlar, akademisyenler ve sivil toplum örgütlerinin söylediklerine kulak verilmeli ve el birliğiyle Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadelesine gerçekten katkı sağlayacak hukuki düzenlemeler hayata geçirilmeye çalışılmalıdır.
Ceren Düven
Kaynakça:
https://www.wcel.org/blog/i-am-river-and-river-me-legal-personhood-and-emerging-rights-nature
https://aposto.com/s/iklim-degil-emisyon-ticareti-kanunu-teklifi